Hakkımda

29 Nisan 2015 Çarşamba

İmkansız Üçleme Hipotezi

İmkansız üçleme, dışa açık bir ekonomide para otoritesinin üç farklı politikayı aynı anda hedefleyemeyeceğini  anlatan bir ifadedir. Bu üç politika ise şunlardır:

1) Sabit döviz kuru
2) Serbest sermaye hareketleri
3) Bağımsız para politikası (faiz, enflasyon)

Bu durumda bir merkez bankası (para otoritesi) bu üç seçenekten birisini veri olarak kabul ederek diğerleri ile ilgili politika uygulamak durumundadır.

Eğer ekonomi yönetimi sabit döviz kuru politikasını takip ediyor ve sermaye hareketlerini serbest bırakıyorsa, bu durumda bağımsız para politikası uygulanamaz, enflasyon ve faiz veri olarak kabul edilir.

Eğer ekonomi yönetimi sabit döviz kuru ve bağımsız para politikası uygulanıyorsa, sermaye hareketleri kontrol altında tutulmalıdır.

Eğer ekonomi serbest sermaye hareketlerini ve bağımsız para politikasını uyguluyorsa, sabit döviz kurunu uygulayamaz ve dalgalanmaya bırakarak veri olarak kabul eder.

Yukarıda yazılanları bir tablo olarak özetlersek:

Politika Uygulanamayan (veri kabul edilen)
Politika Uygulanabilen
Bağımsız Para Politikası
Sabit Döviz Kuru – Serbest Sermaye Hareketleri
Sabit Döviz Kuru
Bağımsız para Politikası – Serbest Sermaye Hareketleri
Serbest Sermaye Hareketleri
Sabit Döviz Kuru – Bağımsız Para Politikası

Seçenekler arasındaki bu bağdaşmazlığın sebebi, her bir politikanın birbirini etkilemesi ve hedefler üzerinde ters etkileri olmasıdır.

Sabit Döviz Kuru ve Serbest Sermaye Hareketleri
Bu politika seçilmişse, para politikasının bağımsızlığından vazgeçilmesi gerekir. Ekonominin kaynakları, enflasyonun belirlenmesi yerine serbest sermaye hareketlerinin döviz kurları üzerinde yaratmış olduğu aşağı veya yukarı yönlü hareketleri dengelemek amacıyla kullanılacağından, enflasyon oranı üzerinde herhangi bir tasarruf olmayacaktır.

Bağımsız Para Politikası ve Serbest Sermaye Hareketleri
Bu politika seçilmişse, döviz kurunun hedeflenmesinden vazgeçilmesi gerekir. Sermaye hareketleri serbest olduğundan, ekonomik kaynaklar para politikasının hedeflerine ulaşılabilmesi için kullanılacaktır. Bu sebeple de döviz kurunu istenilen seviyede tutmak için gerekli hareket serbestliği olmayacaktır. Döviz kurunu yukarı yönlü hareket ettiren gelişmeler ortaya çıktığında, faizler arttırılması gerekecektir ve bu da parasal hedefleme veya enflasyon hedeflemesi gibi politikalardan sapmayı gerektirecektir.

Sabit Döviz Kuru ve Bağımsız Para Politikası
Bu politika seçilmişse, sermaye hareketlerinin serbestliğinden vazgeçilmesi gerekmektedir. Eğer hem bağımsız para politikası, hem de sabit döviz kuru politikası uygulanmak isteniyorsa, döviz kurunu etkileyebilecek olan sermaye hareketlerinden kaçınmak için, sermayenin ülkeye giriş ve çıkışının kontrol altına alınması gerekmektedir. Böylece döviz kurunun kontrolü için kaynak ayırmaya gerek kalmayacak ve bağımsız para politikası etkin bir şekilde uygulanabilecektir.

Ülkeler hangi politikaları uygulayacaklarını ise ekonomilerinin yapılarına ve potansiyellerine göre belirlerler. AB ülkeleri (Euro ülkeleri daha doğru olur), bağımsız bir para politikası belirleyemezler. AB ülkeleri, para politikası ile ilgili yetkilerini Avrupa Merkez Bankası'na devretmişlerdir.

Çin Halk Cumhuriyeti ise, ihracat odaklı bir ekonomi olduğundan, yüksek döviz kurundan faydalanabilmek için yerli paranın değerini düşük tutmaktadır. Yani sabit döviz kurunu seçmiştir ve para politikasını bağımsız bir şekilde uygulamaktadır. Bunlara karşılık ise ülkedeki sermaye hareketlerini kontrol etmektedir.

Türkiye'de TCMB bağımsız para politikası uygulamaktadır ve sermaye giriş çıkışlarının önünde bir engel bulunmamaktadır. Eğer Türkiye bunların yanında döviz kurunun da sabit olmasını isterse, sonsuz miktarda döviz rezervi bulundurmak durumundadır. Eğer bir şekilde Türkiye'den hızlı bir sermaye (dolayısıyla döviz) çıkışı başlarsa, döviz kuru yükselir. Sabit döviz kuru politikası uygulandığından, dövizi belirlenen fiyatta tutmak için TCMB'nin piyasaya sürekli döviz arz etmesi gerekmektedir (aksi takdirde faizleri yükseltmesi gerekecetir ve bu da bağımsız para politikasından sapma anlamına gelir). TCMB'nin sonsuz döviz rezervi olmadığından, bu politika çökmeye mahkumdur. Benzer durumlar ve kısıtlar diğer iki alternatif için de geçerlidir.

24 Nisan 2015 Cuma

Temiz Enerji mi, Ucuz Enerji mi?

"İktisat nedir?" sorusuna verilen en kısa ve öz cevap, "kıt kaynaklar ile sınırsız istek ve ihtiyaçların karşılanması bilimidir" şeklindedir. İnsanoğlunun istek ve ihtiyaçları sınırsızdır ve hep daha fazlasını isteme eğilimindedir. İnsanların imkanları arttıkça, istekleri de artacaktır ve hatta bu istekler bir süre sonra ihtiyaca dönüşecektir. İsteklerin araba, daha büyük araba, helikopter, özel uçak, uzay turizmi şeklinde ilerlemesi gayet normaldir. Bu sınırsız istekler, insanların doğasında vardır. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesinde, "kendini gerçekleştirme ihtiyacı" bulunmaktadır. Bu ihtiyaç, piramidin en tepesinde sosuza kadar uzanabilecek bir arzuyu temsil eder. Ne var ki, insanların bu isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar imkanları, yani kaynakları bulunmamaktadır. Bu sebeple iktisat bilimindeki hemen hemen her şey, alternatif maliyete dayanır.

Sinemaya giden, aynı anda pikniğe gidemez. Ekmeği fazla yiyen, yemeğin kalanını istediği kadar yiyemez. Sigara içerek zevk alan insan, daha kısa yaşar. Enflasyonla mücadele, kısa dönemde büyümenin önünde engel oluşturur. Uzun saatler çalışarak çok para kazanan insan, ailesiyle zaman geçirmek zevkinden mahrum kalır. Yani her seçim bir vazgeçiştir. ABD Başkanı Harry Truman, ekonomi danışmanlarının sürekli "-diğer taraftan", "bununla birlikte" (on the other hand) ifadelerini kullanarak, önerdikleri politikaların olumsuzluklarını da vurgulamalarınının ardından, "bana tek kollu bir iktisatçı bulun" der (bring me a one-handed economist). Ekonomide alınan hiçbir karar ve benimsenen yaklaşım, % 100 doğru kabul edilemez çünkü getirecekleri ve götürecekleri bulunmaktadır. Bazı toplumlar işsizliğe razı olurken, bazı toplumlar enflasyona razı olabilirler. Bu karar toplumun kendisine kalmıştır. Bu duruma ödünleşim denilir (trade-off).

Bu ödünleşimi enerji politikalarına da rahatlıkla uygulayabiliriz. Uzun süredir yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması ile ilgili politikalar bütün dünyada sürdürülmektedir. Yenilenebilir enerji, doğa olaylarından kaynaklı elektrik ürettiğinden, insanların kontrolünde olduğu söylenemez. Üretim miktarı düşük veya dalgalı olduğu için de maliyeti yüksek seyreder. Bununla beraber, yakıt ithalatı yapılmasına, yakıt bağımlılığına ve çevre kirliliğine katlanılmasına gerek kalmaz. Geleneksel elektrik üretim teknolojilerinde ise, maliyetler düşüktür. İstediğiniz zaman istediğiniz kadar elektrik üretebilirsiniz. Buna karşılık Türkiye özelinde, yakıt ithal etmeyi gerektirir, yani ithalat bağımlılığı ortaya çıkarır ve çevre kirliliğine maruz kalınır.

Aslında konu çok daha fazla tartışılabilir. Örneğin, çevre kirliliğine yol açan elektrik üretim tesisleri, insanların sağlığına zarar vermekte, sosyal güvenlik kurumunun sağlık harcamalarını arttırmakta ve bu tesislerde üretilen ucuz elektriğin üzerine gizli bir maliyet eklemektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapıldığında ise, elektriğe ödenen yüksek fiyatın içinde, temiz bir çevreye ödenen bedel de bulunmaktadır. Buna benzer bir çok örnek verilerek her iki teknolojinin de açık ve gizli maliyet analizi yapılabilir ve ilgili kişiler bu analizleri göz önünde bulundurararak kararlarını verirler.

Yazının başında, ABD'de Obama'nın yeşil politikasını eleştiren bir karikatür bulunuyor. özellikle fosil yakıtların fiyatının düşük olduğu dönemlerde (dünyanın geri kalanına göre ABD'de sürekli daha ucuz), doğal gaz ve kömür ile üretilen elektriğin maliyeti, rüzgar ve güneş enerjisi ile üretilen elektriğin maliyetinin neredeyse yarısına karşılık geliyor. Rüzgar ve güneş enerjisi teknolojilerine yatırım yapılabilmesi için bu maliyetlerin en azından eşitlenmesi gerekiyor. Devlet ise rüzgar ve güneş enerjisi ile üretilen elektriğin birimine daha yüksek bedel ödenmesini sağlayarak rüzgar ve güneş enerjisi teknolojilerinin de doğal gaz ve kömür teknolojileri ile aynı maliyet ile üretim yapmasını sağlamaktadır. Yukarıdaki karikatür ise, bu aradaki fark vergi maliyeti olarak topluma dağıtıldığını anlatmaktadır. İyi de ucuza elektrik kullanmak varken niye pahalıya kullanılsın? Cevap: Temiz bir çevre. Buradan sonra tartışmanın odak noktası, çevre ile ilgili endişelerin herkes tarafından paylaşılmamasıdır. Çevre ile ilgili endişelerin gerçek olduğu varsayımından hareket edersek;

Yenilenebilir enerji teknolojilerine verilen teşvikler ile;
1) İleride çevresel problemler sebebiyle ortaya çıkacak maliyetlerden kaçınılmaktadır.
2) Sağlıksız ortamların sebep olacağı muhtemel sağlık harcamalarından kaçınılmaktadır.
3) Gelecekte fosil yakıtların maliyetinin artmasına karşı, bir sigorta primi benzeri ödeme yapılmaktadır.

Şimdilik temiz ve ucuz enerji, birbirine alternatiftir. Gelecekte yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılacak yatırımlarla, temiz enerji aynı zamanda ucuz enerji anlamına da gelebilir ancak o zamanda kadar, temiz ve ucuz enerji arasında bir ödünleşim vardır. İki farklı alternatif arasından neyin seçileceği ile ilgili karar toplumu etkileyeceğinden ve verilen kararın bedelini toplum ödeyeceğinden, karar vermesi gereken de toplumun kendisidir.

21 Nisan 2015 Salı

Yenilenebilir Enerjide Teknik Kapasite, Teknik Yapılabilir Kapasite ve Ekonomik Yapılabilir Kapasite

Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretim miktarı, doğanın kontrolünde olduğundan, belirli bir potansiyeli vardır ve yine yapısı sebebiyle, bu potansiyelin tamamı kullanılamaz. Bu durum, yenilenebilir enerji teknolojilerinin, özellikle hidrolik alanında yaıtırm kısıtlarının oluşmasına sebep olmaktadır. Bu sebeple hesaplamalar yapılırken, üç farklı kapasiteden bahsedilebilir ve bu kapasitelerden hangisi ile ilgili konuşulduğuna dikkat edilmelidir, çünkü arada çok büyük farklar vardır. Örneğin rüzgar üzerinden verilmesi, konunun net olması açısından doğru bir tercih olacaktır.

Teknik Kapasite: Türkiye sınırları içinde, bir saat boyunca esen rüzgarın gücü, teknik kapasitedir. Yani rüzgar esen her noktaya rüzgar türbini yerleştirmemiz durumunda, teknik kapasiteden sonuna kadar yararlanabiliriz. Enerji Bakanlığı'na göre Türkiye'nin rüzgardaki teknik kapasitesi 48.000 MW'tır.

Teknik Yapılabilir Kapasite: Teknik kapasite, yalnızca teorik potansiyeldir. Tabii ki rüzgar esen her bir noktaya rüzgar türbini yerleştirilemeyecektir. İçinde bulunulan dönemin teknolojisi sebebiyle bazı bölgelere veya noktalara rüzgar türbini yerleştirilmesi mümkün değildir. Bu sebeple teknik yapılabilir kapasite, teknik kapasiteden daha düşüktür. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte teknik yapılabilir kapasite, teknik kapasiteye yaklaşabilir.

Ekonomik Yapılabilir Kapasite: Teknik yapılabilir kapasite içinde, bir de cari dönemin teknolojisinin izin vermesine rağmen, maliyetler veya çeşitli ekonomik sebeplerle yatırım yapılamayan kapasite bulunmaktadır. Bu kapasite de düşüldüğü zaman, ekonomik yapılabilir kapasiteye ulaşılabilir. Bu kapasite içinde gerçekleştirilebilecek olan yatıırmlar, karlı yatırımlardır. Bu sebeple hesaplamaları yaparken ekonomik yapılabilir kapasite dikkate alınmalıdır. 

2014 yılında Türkiye'nin toplam elektrik tüketimi 256 TWh'tir (256.000.000 MWh).
Farklı kapasitelerin %100 kullanılması durumunda rüzgardan elde edilebilecek elektrik aşağıdaki şekilde hesaplanabilir:

Yıllık Elektrik Üretimi = Kurulu Güç x Kapasite Faktörü x 8760

Türkiye 2013 yılında 2.759,6 MW kurulu rüzgar gücüne sahiptir. Bu durumda bu türbinlerin bir yıl içinde üretmesi beklenen elektrik:

2.759 x 8760 =  24.174.096 MWh'tir.

2013 yılı içinde rüzgar türbinlerinin üretmiş olduğu elektrik ise 7.557.500 MWh'tir.

Kapasite faktörünü bulmak için ise: 7.557.500 MWh/24.174.096 MWh = 0,31

Kapasite faktörü, bir güç santralinin bir yıl içinde ürettiği elektriğin, 365 gün (8760 saat) çalışması durumunda üreteceği elektriğe bölünmesiyle elde edilen bir orandır. Türkiye'de rüzgar enerjisi için kapasite faktörü, 2013 yılında % 31'dir (dünya ortalaması da yaklaşık budur).

Türkiye'nin 2023 yılı hedefinin rüzgarda 20.000 MW kurulu güce ulaşmak olduğunu biliyoruz. Türkiye'nin rüzgardaki teknik kapasitesi ise 48.000 MW'tır. Teknik yapılabilir ve ekonomik yapılabilir kapasite ile ilgili herhangi bir bilgi görünmüyor ancak ölçeklendirmek için bir örnek gerekirse, DSİ'ye göre Türkiye'nin hidrolikte teknik potansiyeli 433.000.000 MWh iken, teknik yapılabilir potansiyel 216.000.000 MWh'tir. Yani yaklaşık yarı yarıya bir düşüş vardır. Ekonomik yapılabilir kapasite ise, dönemin ekonomik ve finansal şartlarına, yakıt fiyatlarına ve döviz kurlarına göre değiştiğinden kısa ve hatta çok kısa dönemde farklılık gösterebilmektedir. Rüzgarda da aynı oranın olduğunu varsayarsak, Türkiye'de rüzgar enerjisinde teknik yapılabilir kapasitenin 24.000 MW olduğu sonucuna ulaşırız. Günümüzde ise ekonomik yapılabilir potansiyelin, 2023 hedefleri ile ile paralel olarak 20.000 MW olduğunu varsayalım. Bu şartlar altında, her bir kapasite için üretilebilecek elektrik ve 2014 üretimindeki payı aşağıdaki tabloda görülmektedir.


Kurulu Güç
Kapasite Faktörü
Üretilen Elektrik
Üretimdeki Payı
Teknik Kapasite
48.000
31,00%
130.348.800
50,92%
Teknik Yapılabilir Kapasite
24.000
31,00%
65.174.400
25,46%
Ekonomik Yapılabilir Kapasite
20.000
31,00%
54.312.000
21,22%

Aslında burada belirtilmesi gereken bir başka etken de çevrim faktörüdür. Yani yakıttaki enerjinin ne kadarının elektriğe çevrilebildiğidir. Eğer 48.000 MW olarak ölçülen güç; Türkiye'nin sahip olduğu rüzgarın kinetik potansiyeli ise, bu potansiyel yakıt olarak görülmelidir. Örneğin rüzgar türbinleri için teorik üst limit % 59,3'tür (Betz Kanunu). Günümüzde rüzgar türbinleri yaklaşık % 50 çevrim faktörü ile çalışmaktadır. Bu durumda yukarıdaki tabloda bulunan üretimdeki pay ve üretilen elektrik değerlerini 0,5 ile çarpmak gerekecektir. Dolayısıyla aslında bir yıl içinde üretilebilecek elektrik miktarı hesaplanırken, formül şu şekilde olmalıdır:

Yıllık Elektrik Üretimi = Kurulu Güç x Kapasite Faktörü x Çevrim Faktörü x 8760

Eğer 48.000 MW güç, elektriğe doğrudan çevrilebilir potansiyel ise, böyle bir değişikliğe gerek yoktur.

Tabii ki aslında tamamen serbest bir piyasada olsayık büyük ihtimalle bu değerlere de ulaşamayacaktık. Devlet rüzgar türbinleri için satın alma garantisi ve 73 $/MWh sabit ödeme yapmayı taahhüt ettiğinden, piyasada değil fakat düzenleme sayesinde, teknik yapılabilir kapasite bölgesinden, ekonomik yapılabilir kapasite bölgesine geçiş yaşanmıştır. Gelecekte teknolojinin gelişmesiyle teknik yapılabilir kapasite, fosil yakıtların fiyatlarının veya teşviklerin artmasıyla da ekonomik yapılabilir kapasite büyüyerek teknik kapasiteye yaklaşacaktır.

Yazının üzerindeki harita, Türkiye'nin rüzgar enerjisi potansiyel atlasını göstermektedir. Haritanın altındaki işaretler ise, bölgelere göre kapasite faktörünü göstermektedir. Hesaplamada kapasite faktörünün ortalama %31 alınmasının sebebi, ise 2013 ylındaki rüzgar enerjisi bilgileridir.
(Aslında rüzgardaki teknik kapasite/teknik yapılabilir kapasite oranı, hirdolikteki kadar düşük olmayacaktır ancak kıyaslama yapacak bir bilgi olmadığından, bu haliyle kullanılmıştır).

20 Nisan 2015 Pazartesi

Sosyal Refah Devleti, Ekonomi ve Irkçılık

İnsanlar, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki basamakları tırmanabilmek amacıyla ekonomik niteliği olan çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. İnsanlar aynı niteliklere ve fırsatlara sahip olmadıklarından, yapabilecekleri işler ve dolayısıyla elde edebilecekleri gelir ve refah da farklı olmaktadır. Ayrıca mülkiyet hakları ile birlikte aileden gelen birikimli refah da Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinin üst sınırının olmamasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla toplumdaki kimi bireyler  temel ve fizyolojik ihtiyaçlarını bile karşılayamazken (kalacak bir yeri, geliri olmayan ve aşevlerinden gıda temin edenler), diğer bir kesim ise uzay turisti olma planları yaparak Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en üst basamak olan "kendini gerçekleştirme ihtiyacı"nın sınırlarını zorlamaktadır.

İnsanlar daha fazla refah elde edebilmek için boş zamanlarından ve rahatlarından feragat ederek çalışırlar ve karşılığında para kazanırlar. Kazandıkları para ise, miktarına bağlı olarak kendilerine ihtiyaçlar hiyerarşisinde bir yer sağlar. İhtiyaçlar hiyerarşisinin hangi basamağında olursa olsun, hiçbir insan bir alt basamağa düşmeyi veya bir üst basamağa çıkabilecekken aynı basamakta kalmayı kabul etmeyecektir (Akılcı insan).

İnsanlar ellerindeki ekonomik güç ile doğru orantılı olarak belirli bir refah seviyesine erişirler ancak dünya durağan olmadığından, insanların gelir ve refahı da dalgalanma gösterir. Bu dalgalanmanın çeşitli sebepleri olabilir ancak insanlar doğal bir tepki olarak, refahlarını olumsuz etkileme ihtimali olan faktörlere karşı düşmanca davranırlar. Bu sebeple genelde ahlaki, dini veya kültürel sebepler atfedilen ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına bir de ekonomik açıdan bakmakta fayda vardır.

Birkaç yüzyıl önce siyah ırkın köle olarak kullanılmasının, beyaz ırkın onları aşağı bir insan olarak görmesiydi. Dönemin ekonomik şartları gereği birileri mutlaka köle olacaktı ve siyah ırk seçildi. ABD'de köleliğin kaldırılmasına en sert tepkiyi gösteren kesimin, liberal ekonomik geleneklere bağlı toplulukların olması, ekonomi ile ırkçılık arasında ilişki kurmayı kolaylaştıran bir işaret olarak algılanabilir.

Berlin Duvarı'nın yıkılarak Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesinin ardından, oldukça rutin bir hayata alışkın ve agresif bir ekonomik yapının içinde olmayan Doğu Almanya vatandaşları, kendilerini birden doğaya bırakılan evcil hayvanlar gibi hissetmişlerdir. Bu durumda, uzun yıllardır içinde bulundukları sistemin getirdiği birikim sebebiyle, akıllarına gelen ilk çözüm daha çok çalışmak değil, iş bulmalarının engelleyen Türkiye, Yunanistan ve Polonya'da gelen göçmenleri ülkeden atmak olmuştur. Neo-Nazizm'in 1990'dan sonra Almanya'da güçlenmesi de yine ekonomi ve ırkçılık arasındaki ilişkiye dair bir işarettir.

Günümüzde yabancı düşmanlığı (zenofobi) olarak kendisini gösteren ırkçılık ile ilgili haberler hepimizin dikkatini çekmektedir. Camilere zarar verilmesi, yabancıların kalabalık gruplar tarafından dövülmesi ve protestolar, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa dair göstergelerdir. İşsizliğin düşük olduğu, toplumsal refahın yüksek olduğu Avrupa'da (özellikle Kuzey Avrupa) neden ırkçılık olsun ki? Üstelik, ırkılık ve yabancı düşmanlığı ile ilgili haberlerin geldiği Hollanda'da ateizm %55 oranında. Diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde de durum benzerdir. Dolayısyla problem yalnızca din eksenli olamaz. Cevabı ekonomide bulabiliriz belki. 

Toplumsal refahın çok yüksek olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde, devlet oldukça yüksek gelir vergisi toplayarak, gelirin yeniden dağılımını toplumsal barışı sağlayacak şekilde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Yani yüksek miktarda geliri olan bir kişiden, % 60'lara varan gelir vergisi alınarak refahı azaltılmakta, bu verginin bir kısmı ise düşük gelirli kesime aktarılarak refahları yükseltilmektedir. Böylece toplumda gelir dağılımı nispeten daha eşit bir şekilde dağıtılmaktadır. Gelirinin yarısından fazlasını, bir kısmı düşük gelirli gruplara aktarılmak üzere vergi olarak veren bir toplum düşünün. Bu toplum bir şekilde iç barışını sağlamış. Sonrasında çalışamayanlara ekonomik yardımda bulunulduğunu duyan başka toplumlardan insanlar, bu refahtan pay almak amacıyla bu ülkeye geliyorlar. Üstelik, kültürel farklılıklar da var. Durumu bir de yüksek refaha sahip ülkenin insanları açısından inceleyelim: "Çok çalışıyorum, % 60 vergi veriyorum. Bu insanlar kendi ülkeleri için hiçbir şey yapmamışlar, burası için de bir şey yapmayacaklar. Tek amaçları benim yarattığım refahtan karşılıksız pay almak. Çok çocuk yapıyorlar, entegre olmayı reddediyorlar, kurallara uymuyor ve bunu marifet zannediyorlar, benim inançlarımı kabul etmiyor ve hor görüyorlar, o zaman bu ülkeden gitmeliler".

Bir başka örnek: 2008 yılındaki finansal krizin bir borç krizine dönüştüğü Avrupa'da, durum daha da kötüye gitmesin diye en zor durumdaki Yunanistan'a yüksek miktarda yardım yapıldı ancak pek işe yaradığı söylenemez. Bu krizin ardından, Yunanistan'ın aşırı milliyetçi grubu olarak tanımlanan Altın Şafak Partisi'nin oldukça yüksek oy alması, Yunanistan'da, içinde bulundukları kötü ekonomik durumun sorumluluğunu kendilerinden başka toplumlarda arayan insanlar olduğunu göstermektedir. Aslında Yunanistan'da gerçekleştirilen son seçimlerde Aleksis Çipras'ın liderlik koltuğuna oturmasında da, yaşadıkları sorunların sebebinin yabancılar olduğuna dair söylemleri olabilir.. Kaldı ki, Avrupa Birliği birkaç yıl önce Yunanistan'ın 105 milyar Euro tutarındaki borcunu silmişti. Buna rağmen Yunanistan'ın içinde bulunduğu durumun sebebi; mali tabloları çarpıtanlar, popülist politikalar uygulayanlar, az çalışıp refah içinde yaşamak isteyenler değil, kendilerine borç veren kapitalist Avrupa Birliği Ülkeleri.

Belki de insanların ortak özelliklerinden birisi, herhangi bir problem ile karşılaştıklarında ilk önce başka insanları veya gelişmeleri suçlamalarıdır. Bu aslında çok tehlikeli bir durum. Eğer karşılaştığımız olumsuzlukların sorumlusu olarak dışsal bir faktör ararsak, bizim her şeyi doğru yaptığımız ve durumu geliştirmek için yapacak bir şeyimiz olmadığı sonucuna ulaşabiliriz. Eğer bir öğretmen öğrenciye kafayı taktıysa, öğrencinin notlarını yükseltmek için çalışması gibi bir çözüm söz konusu değildir. Halbuki öğrenci, yüksek not için daha çok olmasa bile en azından daha verimli ve etkili çalışması gerektiği gerçeğiyle yüzleşmelidir öncelikle. Bunun dışındaki her çözüm, en fazla yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kadar mantıklı olacaktır.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Nükleer Enerji ve Riskler

14.04.2015 tarihinde, Türkiye'nin neredeyse yarım asırdır hayalini kurduğu ancak gerçekleştiremediği nükleer güç santralinin (NGS) temeli atıldı. Tabii ki beklendiği gibi NGS lehinde ve aleyhinde konuşmalar yapıldı ve protestolar gerçekleştirildi. Kim haklı, kim haksız; NGS Türkiye için gerekli mi, değil mi tartışmaları tabii ki her zaman olması gerektiği gibi mümkün olduğunca nesnel ve bilimsel bir platformda gerçekleşmeli.

Toplumu ilgilendiren benzer konularda kararlar alınırken, mükemmel doğru veya mükemmel yanlış diye bir kavramdan söz etmemiz mümkün değildir. Enerji santralleri özelinde de aynı durum geçerlidir, yani herhangi bir teknoloji ile ilgili seçim yapılırken artılar ve eksiler derinlemesine ve uzun vadeli ele alınarak karar verilmelidir.

Nükleer Güç Santralleri'nin Artıları

  • Birim enerji üretimi için yapılan Karbon ve diğer sera gazlarının emisyonu oldukça düşüktür.
  • İşletme maliyetleri nispeten düşüktür. Yani maliyetlerin büyük bir kısmı ilk yatırım maliyeti içinde olduğundan, yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalardan nispeten çok daha az etkilenmektedir.
  • Uzun yıllardır kullanılan bir teknolojidir.
  • Yenilenebilir enerji teknolojilerinin aksine, kesintisiz elektrik üretebilir ve baz yük santrali olarak kullanılabilir.
  • Nükleer teknolojinin diğer alanlarda da kullanılabilmesi fırsatını sağlar.
  • Elektrik üretiminde çeşitlilik sağlar.

 Nükleer Güç Santralleri'nin Eksileri

  • İlk yatırım maliyeti çok yüksektir ve inşa edilmesi çok uzun sürmektedir.
  • İlk yatırım maliyetinin yüksek olması sebebiyle işletmeciler uzun vadeli garantiler talep etmektedir. Bu kaynakların aktarılması ise, yenilenebilir kaynaklar için alternatif maliyet yaratır.
  • Herhangi bir kaza olma riski düşüktür ancak kazanın gerçekleşmesi durumunda ortaya çıkacak hasar  uzun vadeli, geri döndürülemez ve felaket boyutundadır.
  • Çatışma durumlarında düşman kuvvetlerin ve terör saldırılarının hedefi haline gelebilir.
  • Doğal gaz ve kömür gibi alternatiflere kıyasla daha pahalıdır.
  • Uranyum doğrudan değil, ancak zenginleştirilerek kullanılabilir, bu da doğal gaz veya kömür yerine zenginleştirilmiş Uranyum için ithalat bağımlılığı anlamına gelir (Türkiye özelinde).
  • Radyoaktif atıkların yönetimi hem riskli, hem de maliyetlidir.
Yukarıda basit ve sade bir şekilde ele alınan artılar ve eksiler, NGS için bize bir fikir vermektedir. Eksileri incelediğimizde, daha çok zarar değil, risk olduklarını görüyoruz. Türkiye'nin iş kazaları ile ilgili karnesinin zayıflarla dolu olduğunu düşündüğümüzde, asıl sorun bu risklerin nasıl en aza indirileceğidir.

Nükleer  Güç Santrallerinde Risk Yönetiminin Önemi

Yazının üzerindeki görselde, dünyanın önde gelen nükleer teknolojiye sahip ülkelerindeki nükleer santrallerin sayısı ve elektrik üretimindeki payları görülmektedir. Bu tablo ilk etapta zaten yaygın şekilde kullanılan bir teknoloji olduğunu göstermektedir. Özellikle Fransa, 58 adet nükleer santraliyle ülkenin elektrik tüketiminin %77'sini gerçekleştirmektedir. Bu tablo bize, nükleer teknolojiden korkmamamız gerektiğini göstermektedir. Tabii ki korkmayalım ancak sistemin doğru bir şekilde işlemesi için de elimizden gelenden çok daha fazlasını yapmamız gerektiğini unutmamalıyız. Nükleer santrallerde uygulanacak olan karmaşık güvenlik prosedürleri doğru bir şekilde, titizlikle ve tavizsiz uygulanmalı, denetimler de buna paralel olarak gerçekleştirilmelidir ve sürekli geliştirilmelidir. Bu denetimler ciddiyetten uzak yapıldığında, kömür madenlerinin bile çok tehlikli olduğunu ve 300'ün üzerinde insanımızın denetimdeki ciddiyetsizlik sebebiyle hayatını kaybettiğini hatırlıyoruz. Benzer ciddiyetsizliğin milyonda biri bile NGSler için yapılırsa, sonuçları 100 yıl sürecek bir felaket ile karşı karşıya kalırız. Eğer Avrupa'da benzer kazalar olmuyorsa, demek ki bazı şeyleri bizden daha iyi yapıyorlardır. Dolayısıyla üzerinde durulması gereken konu NGS yapılıp yapılmaması değil, kurulumunun, işletilmesinin, atık yönetiminin ve 50-60 yıl sonra NGS'nin devre dışı bırakılarak sökülmesinin doğru yapılıp yapılmayacağı olmalıdır.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Rüzgar Enerjisi

Rüzgar enerjisi, yenilenebilir enerji kaynakları arasında yer alan bir teknolojidir. Herhangi bir yakıta ihtiyaç duymadan, yalnızca bakım masrafları ile elektrik üretimi gerçekleştirir. Geleneksel teknolojilere göre pahalı olmasına rağmen, Kyoto Protokolü, çevresel kaygıların artması, teknolojinin ucuzlaması, fosil yakıtların fiyatlarının yükselmesi ve enerji çeşitlendirmesi politikaları gibi sebeplerle, yenilenebilir enerji teknolojilerine olan talep son yıllarda artmıştır.

Teorik olarak bakımı yapıldığı ve rüzgar uygun hızda estiği sürece (3 ve 30 m/s hız arasında) rüzgar türbinleri elektrik üretmektedir. Aslında bu cümle, rüzgar enerjisinin güvenilir olmadığını göstermektedir. Rüzgar bir doğa olayı olduğundan, bizim kontrolümüzde değildir ve bu sebeple de iktisattaki ölçek ekonomisinden istenilen şekilde yararlanılmasının önünde bir engeldir. Yani daha fazla üretim yaparak birim maliyetleri düşürmek mümkün değildir. Bu sebeple de maliyet kontrolü, yatırım ve bakım onarım maliyetlerinin kontrolüyle gerçekleşmektedir.

Bir enerji üretim tesisinin verimliliği birkaç değişkene bağlıdır. Bunlardan bir tanesi çevrim faktörü, diğer ise kapasite faktörüdür.

Çevrim faktörü, birincil kaynağın (burada rüzgar) ne kadarının elektriğe çevrildiğidir. Rüzgar enerjisinde bu oran teorik olarak en fazla % 59,3 olabilir (Betz Kanunu). Günümüzdeki rüzgar türbinlerinin çevrim faktörleri ise % 50'ye yakındır.

Kapasite faktörü ise, bir enerji üretim tesisinin bir yılda ürettiği enerjinin, bir yıldaki 8760 saatin tamamında çalışması durumunda üreteceği enerjiye oranıdır. Türkiye'deki elektrik üretim tesislerinin 2013 yılındaki teorik kapasiteleri (8760 saatlik), toplam üretimleri ve kapsite faktörleri aşağıdaki tabloda görülmektedir.
Yakıt
Teorik Kapasite (GWh)
Üretim
(GWh)
Kapasite Faktörü
(%)
Doğal Gaz
177.432,9
105.116,3
59,2
Hidrolik
195.250,8
59.420,5
30,4
Linyit
74.593,2
33.600,7
45,0
İthal Kömür
34.274,4
29.453,7
85,9
Rüzgar
24.174,1
7.557,5
31,3
Sıvı Yakıtlar
6.080,3
2.470,5
40,6
Jeotermal
2.277,6
1.363,5
50,1
Biyokütle
1.962,2
1.171,2
59,7
Toplam
560.713,6
240.153,9
42,8

Tabloya göre, Türkiye'de doğal gaz santralleri bir yılın % 59,2'sinde çalışmıştır. En yüksek kapasite faktörü ise % 85,9 ile ithal kömür santrallerindedir. Rüzgar türbinleri sürekli çalışarak yılın % 31,3'ünde elektrik üretmişlerdir. İşte bu düşük oran, rüzgar enerjisini nispeten pahalı hale getirmekte ve yatırımcıları kısıtlamaktadır. Türkiye'de 2015-2016 döneminden itibaren istatistiklerine ulaşabileceğimiz güneş enerji santrallerinin kapasite faktörleri ise en fazla % 25 dolaylarında olacaktır. Diğer teknolojiler de dünya ortalamaları ile hemen hemen aynıdır.  Nükleer santrallerde kapasite faktörü % 90 civarındadır çünkü bakım dönemleri dışında, yakıt olduğu sürece çalışabilmektedirler. Bu da üretimi arttırarak maliyeti düşürme imkanı sağlamaktadır.

Bu dezavantaj özellikle Türkiye için rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarının önüne geçmemelidir çünkü ithal kaynaklar olan doğal gaz ve ithal kömür ile çalışan santrallerde, maliyetlerin çok büyük bir oranı ithal edilen yakıtın maliyetine bağlıdır. dolayısıyla doğal gazın fiyatı arttıkça, birim maliyetler de artmaktadır. Ayrıca yenilenebilir enerji teknolojilerinde gelişim devam etmekte ve yeni üretici ve teknolojilerin piyasaya girmesiyle birlikte maliyetler de giderek düşmektedir. 2020'li yıllarda ise yenilenebilir enerji teknolojileri, maliyet açısından diğer teknolojilerle serbest piyasada rekabet edebilir hale gelebileceği tahmin edilmektedir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...