Hakkımda

13 Şubat 2017 Pazartesi

Enerjide Arzı mı Arttıralım, Talebi mi Kısalım?


Birincil fosil enerji kaynakları şimdilik neredeyse her türlü ekonomik faaliyetin bir girdisini oluşturmaktadır. Dolayısıyla günümüzde enerji yoksa üretim ve tüketim de yok sonucuna ulaşılabilir. Üzerinde düşünülmesi gereken konu ise, ne kadar enerji ile ne kadar üretim ve tüketim yapılacağıdır. Burada ekonomi bilimi devreye giriyor. Ekonomi, kıt kaynakların istek ve ihtiyaçlara en etkin biçimde tahsis edilmesi üzerine çalışan bir bilimdir ve bu durumda üretim istek ve ihtiyaç, enerji ise kaynak kesimini temsil etmektedir.

Türkiye'nin büyük bir enerji açığı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Piyasaya arz edilen enerjinin yaklaşık %70'i ithalat yoluyla elde edildiğinden, en azından alternatif maliyet olarak (döviz dengesi açısından) kıt bir kaynak olduğu sonucu çıkarılabilir. Türkiye'nin dövize olan şiddetli ihtiyacının (Türkiye, ithalatsız üretim yapamayan bir ekonomik yapıya sahiptir) veri olduğu bir durumda enerji dengesi nasıl kurulmalı?

Enerji üretimi enerji tüketiminden büyük olduğundan, döviz açığını minimize edecek yöntem enerji üretimini arttırmak ve/ya enerji tüketimini azaltmaktır. Enerji üretimini arttırmak mevcut duruma çok mümkün görünmüyor çünkü temel enerji girdileri olan kömür, petrol ve doğal gaz Türkiye'nin siyasi sınırları içerisinde nadir rastlanan kaynaklar. Bu şartlar altında azalan verimler kanunu devreye girecek ve enerji üretimin arttırmaya çalıştıkça, üretilen enerjinin maliyeti de artacaktır. Enerji tüketimini doğrudan doğruya azaltmak da doğru bir karar olmayacaktır çünkü enerji tüketiminin azaltılması demek reel sektördeki üretimin ve istihdamın da azaltılması demektir.

Buradan üretimin bir veri ve sabit olduğu kabul edilerek, tüketimin kontrol altında tutulabileceği söylenebilir fakat bedeli ne olacaktır? Ekonomi biliminde her tercih bir maliyet unsurudur aynı zamanda. Enerji talebini kısarak ithalatın azaltılmasının maliyeti de üretim düşüşü şeklinde kendisini gösterecektir. Tam bu noktada enerji verimliliği çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır.

"Enerji Yoğunluğu", belirli bir değerdeki üretimi gerçekleştirmek için (1.000 $ diyelim) gereken enerji miktarı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kısıt 1.000$ tutarında üretim yapmak, amaç ise bu üretimi gerçekleştirmek için kullanılacak enerji miktarını minimize etmektir. Böylece daha az enerji harcayarak daha fazla gelir elde edilebilir. Günümüzde ise Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısıyla bunu gerçekleştirmek hayli zor görünüyor. Henüz kendi sanayi devrimini tamamlayamamış bir ülkenin çok az enerji harcayarak çok fazla üretim gerçekleştirecek şirketleri yoktur. Tam aksine, yüksek miktarda enerjiye ihtiyaç duyan, buna karşılık dünya piyasalarında emtialaşmış ve dolayısıyla düşük bedelli ürünler üretilebilmektedir. Enerji girdisini düşürerek aynı üretimi tutturmak biraz uzun dönemli bir çözüm gibi duruyor.

Daha düşük enerji yoğunluğu için atılacak bir diğer adım ise, mevcut enerji kullanımını düşürerek aynı faydayı sağlamayı amaçlamaktır. Bu açıdan enerjinin mevcut kullanım alanlarında iyileştirmeler gerekmektedir. Yalıtım malzemeleri, doğal aydınlatma sistemlerinin kullanımı, az yakıt tüketen arabalar, elektrik üretim teknolojilerindeki değişimler örnek olarak verilebilir. Konu tamamen kaynakların etkin kullanılması. Akla hangisi gelirse gelsin; enerji, döviz, insan, herhangi bir kaynağı sınırsızmış gibi kullanmak, hayati bir hatadır.

İthalat yapacak kaynaklara sahip olunamayabilir ama işin talep ayağında her zaman iyileştirme yapılabilir. Türkiye'nin problemi, bolluk ekonomisinin büyüsüne kapılıp tüketim yapmasıdır. Bolluk ekonomisi içinde yaşamayı hakedenler, bol üretim yapan ülkelerdir. Bu açıdan Türkiye bir tüketim ekonomisidir ve bu tüketimi de borç ile gerçekleştirmektedir. 2015 yılı itibarıyla Türkiye'nin brüt tasarruflarının milli gelire oranı % 14'tür. Tüketim toplumu dediğimiz ABD'nin ise % 19'dur. Çin ise gelirinin % 48'ini tasarruf etmektedir. Yatırım istatistikleri ise Türkiye için %20, ABD için % 20, Çin için ise % 43'tür. Bu ülkeler arasında Türkiye açık vermektedir ve dolayısıyla tüketim toplumu sıfatını haketmektedir. Peki Türkiye yatırımları ve tasarrufları arasındaki % 6'lık farkı nasıl karşılamaktadır? Bu da devletin bütçe dengesizliği ve ülkenin borçlanması vasıtasıyla sürekli açık vermesidir. Bu açığın bedeli ise maalesef faiz ve faiz vasıtasıyla ülke dışına giden kaynaklardır. Ülkenin borçlanma faizi yükseldiği zaman veya dışarıdan kaynak bulamadığı zaman ise varlıklarını satarak tüketimine devam etmekten başka çare kalmayacaktır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...