Bizim bildiğimiz adıyla
“Ulusların Zenginliği”, bilinen orijinal adıyla “Wealth of Nations” ve resmi
adıyla “An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations”, 1776
yılında İskoç iktisatçı (farklı sıfatları olsa da iktisatçı veya ekonomist
olarak adlandırmakta bir mahsur yoktur sanırım) Adam Smith tarafından yazılmış
bir kitaptır.
Adam Smith 1723-1790 yılları
arasında yaşamıştır ve bu dönemlerdeki gözlemlerini, okuduklarını, duyduklarını ve
araştırdıklarını kitaba aktararak iktisat bilimini (o dönemki adıyla
‘politik ekonomi’) sistematik bir şekilde ilk defa ele alarak hem merkantilist
dönemi eleştirmiş hem de iktisadi olayların kurallarını keşfederek klasik iktisadi görüşün temellerini atmıştır.
Görüleceği üzere Osmanlı diye bir ülke listede yok. Arapça, Farsça veya Türkçe dilleri de yok. Dilimize yapılan ilk tercüme 1948 yılında yayınlanmış. 1948 yılında Türkçe basılan kitapta ise orijinalinde 5 kitaptan oluşan eserin son kitabı bulunmuyor. 5. kitabın çevirisinin de eklenmesi 2006 yılında gerçekleşiyor. Yani Türk okuyucusu, kitabın bir kısmını okuyabilmek için 172 yıl, tamamını okuyabilmek için ise 230 yıl beklemiştir. Kitabın bu kadar geç tercüme edilmesi için makul sebepler mutlaka vardır (tabii ki sebeplerin haklı olması, sonuçları değiştirmiyor).
Yukarıdaki tabloyu aldığım eserde (Neşe ERİM, Bengü DOĞANGÜN YASA, "Wealth of Nations'ı Türkçe'den Okumak", Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi Dergisi, (19) 2010/1:19-38), kitabın yazıldığı dönemlerde Osmanlı bilim adamlarının ve düşünürlerinin yabancı dilinin Fransızca olduğu belirtilmekte ve geç çevrilmesinin sebeplerinden birisinin bu olduğu iddia edilmektedir. Günümüzde Çince yazılan bir eseri hangimiz merak eder ki? Ancak eserin 1778'de Fransızca'ya çevrilmesi bizi başka sebepler de aramaya itmektedir. Yine aynı makaleye göre hem Adam Smith hem de Ulusların Zenginliği, Osmanlı düşünürleri tarafından biliniyor ve tartışılıyor. Üzerinde durmamız gereken konu belki de kitap olarak basılması için halkın da kitaba ve konuya ilgi göstermesi gerektiğidir. Konuyla ilgili olanlar orijinal dilinden kitabı okuyabiliyorlarsa ve halkın geri kalanında okuma yazma oranı düşükse, okur yazar olanlar da konuya ilgisizse, kitabı kim niye tercüme etsin, hangi yayınevi kitabı niye bassın? Türkiye'deki entellektüel seviyeden memnun olmayanlar, sebebi günümüz iktidarlarında, Demokrat Parti döneminde, Cumhuriyet döneminde, Meşrutiyet döneminde aramamalılar. Problem çok daha önce başlamış gibi görünüyor.
Ulusların Zenginliği ve Türkçe'ye Çevrilmesi
Ulusların zenginliği, günümüzde hemen hemen bütün dillere tercüme edilmiş bir kitaptır. yayınlandığı 1776 yılından itibaren tercüme çalışmaları başlatılmıştır. Aşağıdaki tablo, Ulusların Zenginliği'nin tercüme tarihlerini göstermektedir:
Ülke
|
Tercüme Yılı
|
Almanya
|
1776
|
Fransa
|
1778
|
Norveç
|
1779
|
Danimarka
|
1779-1780
|
İtalya
|
1790
|
İspanya
|
1794
|
Hollanda
|
1796
|
İsveç
|
1800
|
Rusya
|
1802
|
Portekiz
|
1811
|
Japonya
|
1870
|
Çin
|
1902
|
Türkiye
|
1948
|
Görüleceği üzere Osmanlı diye bir ülke listede yok. Arapça, Farsça veya Türkçe dilleri de yok. Dilimize yapılan ilk tercüme 1948 yılında yayınlanmış. 1948 yılında Türkçe basılan kitapta ise orijinalinde 5 kitaptan oluşan eserin son kitabı bulunmuyor. 5. kitabın çevirisinin de eklenmesi 2006 yılında gerçekleşiyor. Yani Türk okuyucusu, kitabın bir kısmını okuyabilmek için 172 yıl, tamamını okuyabilmek için ise 230 yıl beklemiştir. Kitabın bu kadar geç tercüme edilmesi için makul sebepler mutlaka vardır (tabii ki sebeplerin haklı olması, sonuçları değiştirmiyor).
Yukarıdaki tabloyu aldığım eserde (Neşe ERİM, Bengü DOĞANGÜN YASA, "Wealth of Nations'ı Türkçe'den Okumak", Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi Dergisi, (19) 2010/1:19-38), kitabın yazıldığı dönemlerde Osmanlı bilim adamlarının ve düşünürlerinin yabancı dilinin Fransızca olduğu belirtilmekte ve geç çevrilmesinin sebeplerinden birisinin bu olduğu iddia edilmektedir. Günümüzde Çince yazılan bir eseri hangimiz merak eder ki? Ancak eserin 1778'de Fransızca'ya çevrilmesi bizi başka sebepler de aramaya itmektedir. Yine aynı makaleye göre hem Adam Smith hem de Ulusların Zenginliği, Osmanlı düşünürleri tarafından biliniyor ve tartışılıyor. Üzerinde durmamız gereken konu belki de kitap olarak basılması için halkın da kitaba ve konuya ilgi göstermesi gerektiğidir. Konuyla ilgili olanlar orijinal dilinden kitabı okuyabiliyorlarsa ve halkın geri kalanında okuma yazma oranı düşükse, okur yazar olanlar da konuya ilgisizse, kitabı kim niye tercüme etsin, hangi yayınevi kitabı niye bassın? Türkiye'deki entellektüel seviyeden memnun olmayanlar, sebebi günümüz iktidarlarında, Demokrat Parti döneminde, Cumhuriyet döneminde, Meşrutiyet döneminde aramamalılar. Problem çok daha önce başlamış gibi görünüyor.
Bu yazıda, Ulusların Zenginliği kitabında yer alan metinlerde o dönemki Türk toplumu ile ilgili bilgiler içeren paragrafların incelemesi ve kısa yorumları bulunmaktadır.
Bu yazıya kaynak olan kitap; İş Bankası Yayınları, Hasan Ali Yücel Klasikleri, 2014, VIII. Baskıdır ve 1948 yılında Haldun Derin tarafından tercüme edilmiştir.
Kalın karakter kitabın ve bölümlerin başlıklarını göstermektedir. İtalik yazılar kitaptan doğrudan yaptığım alıntıları, düz yazılar ise benim yorumlarımı göstermektedir.
İkinci
Kitap – Mal Mevcudunun Doğası, Birikimi ve Kullanılması
İkinci
Bölüm – Mal Mevcudunun Bölünüşü Üzerine
Sayfa 303: “Gerçekte, kendinden büyüklerin ortalığı
kırıp geçirmesinden sürekli korku içinde bulunan talihsiz ülkelerde, insanlar,
mal mevcutların büyük bir kısmını, her zaman başlarında dolaştığını sandıkları
felaketlerden biri beliriverince güvenilir bir yere götürebilmek üzere el
altında bulundurmak için, çokluk, gömüp saklarlar. Bu, Türkiye’de,
Hindistan’da, sanırım öteki Asya devletlerinin çoğunda, herkesin yaptığı olağan
işlerdenmiş”.
Adam Smith bu bölümde doğu toplumlarında sermaye birikiminin yetersizliğinin sebeplerinden birisini anlatıyor. Yatırımlara dönüşmesi gereken tasarruflar, yarın ne olacağının belirsiz olduğu, kurumsallaşmanın ve kurumların olmadığı veya yetersiz olduğu durumlarda ihtiyat saiki ile para talebine dönüşerek, gelecekte çok daha fazla gelir elde etme imkanı veren yatırımlara yönelmemektedir. Kısacası Adam Smith'in bahsettiği şey, yatırım ortamı için istikrar gerektiğidir. O dönemin koşullarını tam olarak bilmiyorum ancak Adam Smith'in bahsettiği durum Türklerin göçebe külterden gelmeleri ile de kısmen de olsa açıklanabilir. Bu arada, Adam Smith, İngiltere'nin sermaye biriktirme maliyetini sömürgelerine yüklediğinden bahsetmemiş.
Dördüncü
Kitap – Siyasal Ekonomi Sistemleri Üzerine
Yedinci
Bölüm – Sömürgeler Üzerine
Birinci
Kısım – Yeni Sömürgeler Kurulmasının Nedenleri
Sayfa 608: “On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda
Venedikliler, Avrupa’nın öbür milletlerine dağıttıkları baharatın ve başkaca
Doğu Hint Mallarının çok kazançlı bir ticaretini yapıyorlardı. Türkler’in
düşmanı olan Venedikliler, bunları en çok, o zaman Türkler’in düşmanı
Memlükler’in egemenliği altındaki Mısır’dan satın alıyorlardı. Venedik
parasının da yardımı ile, bu çıkar birliği o ticareti hemen hemen yalnız
Venedikliler’e hasreden bir bağlantı oluşturdu”.
Görüyoruz ki, Doğu Akdeniz'de Venedikliler Memlükler ile ticaret yapmaktadır ve böylece Baharat Yolu'nu kullanmaya gerek duymadan, yoldaki güvenlik risklerine maruz kalmadan ve Baharat Yolu'nu kullanmak için Osmanlı'ya bir bedel ödemeden faaliyetlerini gerçekleştirebilmektedirler. 15. Yüzyılın sonunda Ümit Burnu'nun keşfedilmesi ile birlikte, İpek Yolu da Osmanlı için önemli bir avantaj olmaktan çıkmıştır.
Üçüncü
Kısım – Amerika’nın ve Doğu Hint Ülkelerine Ümit Burnu Üzerinden Bir Geçidin
Keşfedilmesi ile Avrupa’nın Elde Ettiği Faydalar Üzerine
Sayfa 668: “Ne mutlu ki, önceden bilinmeyen ve
düşünülmeyen başka başka beş olay, sömürge ticaretinin pek önemli bir kolundan,
yani Kuzey Amerika’nın on iki birleşmiş ilinin ticaretinden, artık bir yılı
aşkın bir zamandır (1774 Aralık ayının birinden başlayarak) tam yoksun
kalınışı, Büyük Britanya’nın herkesin umduğu kadar şiddetle hissetmesini
önlemeye yardımcı olmuştur. Birincisi, ithal etmeme anlaşmalarına hazırlanırlarken,
bu sömürgeler, Büyük Britanya’dan, kendi piyasalarına uygun gelen malların
olancasını çekip tüketmişlerdir. İkincisi, İspanya Flotası’nın olağanüstü
talebi, bir çok malı, özellikle, eskiden Britanya pazarında bile Büyük Britanya
mamülleriyle rekabete girişen keten bezlerini, bu yıl Almanya’dan ve Kuzey’den
çekerek tüketmiştir. Üçüncüsü, Türkiye’nin başı dertte iken ve bir Rus
donanması Ege Denizi’nde dolaştığı sırada, mal ihtiyacı hiç iyi karşılanmayan o
ülkenin piyasasında, Rusya ile Türkiye arasındaki barış olağanüstü bir talep
yaratmıştır. Dördüncüsü, Avrupa kuzeyinin Büyük Britanya mamüllerine karşı
talebi bir süredir yıldan yıla artmakta bulunmuştur. Beşincisi de, lehistan’ın
son defaki bölüşülmesi ve bundan ötürü barış durumuna geçmesiyle, o büyük
ülkenin piyasasının açılması üzerine, Kuzey’in artan talebine, bu yıl oradan
olağan üstü bir talep eklenmiştir. Dördüncüsü hariç, bu olayların hepsi,
nitelikleri bakımdan geçicidir ve rastlantıdır. Sömürge ticaretinin böylesine
önemli bir kolundan yoksun kalış, yazık ki, çok daha uzun sürerse, yine bir
derece sıkıntıya sebep olabilir. Gelgelelim, bu sıkıntı ucun ucun kendini
göstereceği için, ansızın gelişinde olduğu kadar şiddetle hissedilmez. Bir
yandan da, ülkenin çalışması ve sermayesi, bu sıkıntının zamanla fazlaca
artmasını önleyecek yeni bir iş, yeni bir yön bulunabilir”.
Bu bölümde, günümüzde de olduğu gibi askeri güvenlik risklerinin ekonomideki talebe ve ticarete etkisini görüyoruz. Rus donanması Osmanlı kıyılarında gezerken yavaşlayan ticaret, barış anlaşması ile ekonomiye güven gelmesi sonucunda tekrar hızlanmıştır. Ekonominin askeri ve siyasi olaylardan etkilenmesi zaten günümüzde de yaşadığımız bir süreçtir ve önemli olan değişim rüzgarlarını fırsata çevirebilme yeteneğidir.
Dördüncü
Kitap – Siyasal Ekonomi Sistemleri Üzerine
Dokuzuncu
Bölüm – Tarımsal Sistemler ya da Toprak Mahsulünü Her Ülkenin Geliriyle
Zenginliğinin ya Tek ya Belli başlı Kaynağı Olarak Gösteren İktisat Sistemleri
Üzerine
Sayfa 758: “Eski Yunan cumhuriyetleriyle Roma’nın
siyaseti, tarımı sanayiye yahut dış ticarete göre daha üstün tutmakla birlikte,
öyle görülüyor ki, ona doğrudan doğruya yahut bile bile destek olmaktan çok,
beriki işleri kösteklemiştir. Eski Yunan devletlerinin birkaçında dış ticaret
tümüyle yasaktı. Öteki bir kaçında da, zanaatçılarla imalatçıların işleri;
askeri talim ve beden hareketlerinin insan vücudunda yaratmaya çalıştığı
alışkanlıklar bakımından yeteneksiz hale getirerek, öylece savaş
yorgunluklarına katlanma ve savaş tehlikelerine karşı durma niteliklerinin
vücuda az çok kaybettirdiğinden, gövde gücü ve çevikliği için zarar
sayılıyordu. Bu tür uğraşlar yalnız kölelere yaraşır diye düşünülüyor; devletin
özgür yurttaşlarının onları yapması yasak ediliyordu. Bu tür yasağın
bulunmadığı Roma ve Atina gibi devletlerde bile, büyük halk topluluğu gerçekte
kentlerde şimdi çoğu kez ayak takımının yaptığı zanaatların, hepsinin dışında
bırakılıyordu. Atina ile Roma’da bütün bu gibi zanaatlarla zenginlerin köleleri
uğraşıyor; bu işleri efendilerinin hesabına yapıyorlardı. Zenginlerin
kölelerinin yaptığı ile rekabete girince, yoksul bir özgür kimse için, kendi
yaptığı esere bir sürüm yeri bulmak, efendilerinin zenginliği, gücü ve
kayırması dolayısıyla, hemen hemen kabil olmuyordu. Ama kölelerin icatçı
oldukları çok seyrektir; makinede olsun, işin düzenlenip bölünmesinde olsun,
emeği kolaylaştırıp kısaltan en önemli ilerlemeler özgür insanların
buluşlarıdır. Kölenin biri bu tür herhangi bir ıslahı önerecek olsa, hemen
efendisi bu öneriyi tembelliğin dürtüsü ve efendinin zararına emeğini esirgemek
gibi görür. Ödül yerine, zavallı köle, ihtimal ki çok kötü muamele, belki ceza
görür. Bu nedenle köleler eliyle yürütülen sanayide aynı miktar işi yapmak için
genellikle özgür insanlarca yürütülenlerdekine göre daha çok emek kullanılmış
olmak gerekir. Ondan ötürü, kölenin yaptığı iş, genellikle ötekilerin
yaptığından daha pahalıya gelmek gerekir. Bay Montesquieu, Macar madenlerinin,
dolaylarındaki Türk madenlerinden daha zengin olmadıkları halde, her zaman daha
az masrafla, dolayısıyla, daha çok karla işletildikleri görüşündedir. Türk
madenlerini köleler işletmektedir. Makine olarak da, her zaman Türkler’in
aklına o kölelerin kollarını kullanmak gelmiştir. Macar madenlerini, kendi işlerini
kolaylaştırıp kısaltmak için birçok makine kullanan özgür insanlar işletir”.
Adam Smith'in başlıkta kastettiği iktisat sistemi, fizyokrasidir. Fizyokrasi, toprağa dayalı üretimi birinci plana alarak, sanayi ve ticareti ikinci plana atmaktadır. Zenginliğin ilk göstergelerinden ve soylu sınıfa mensup olmanın şartlarından olan toprak, o dönemlerde çok daha fazla öneme sahipti. Para kazanmak için el sanatlarıyla uğraşmak ve ticaret yapmak ise daha alt sınıflardan insanların yaptıkları işler olarak görülüyordu. İktisat tarihine kısaca bakarsanız, Roma İmparatorluğu'nun yıkılma sebeplerinden birisinin bu olduğunu görürsünüz. Toprağın ekonomik değerinin bir sınırı vardır ancak teknik yeniliklerle desteklenen bir ticaretin kazancının teorik olarak bir üst sınırı yoktur. Yalnızca askeri fetihlerle sürdürülebilir bir ekonomi yaratılamaz. Çünkü fetihlerin marjinal maliyeti, marjinal faydasına kısa sürede eşitlenir. Osmanlı da aynı süreci yaşamıştır. Türk madenciler örneğine gelince, kitaptakileri doğru kabul edersek (doğru kabul etmek için fazlaca sebebimiz var), teknik yeniliklerin ve icatların yetersiz olması sebebiyle, bugünlerde tartıştığımız "orta gelir tuzağı"na zaten en azından 250-300 yıl önce yakalandığımız ve hala çıkamadığımız sonucuna ulaşabiliriz.
Beşinci
Kitap – Hükümdarın Yahut Devletin Geliri Üzerine
Birinci
Bölüm – Hükümdarın Yahut Devletin Giderleri Üzerine
Üçüncü
Kısım – Bayındırlık İşlerinin ve Kamu Kurumlarının Gideri Üzerine
Sayfa 815: “Ticaretin Barbar ve uygarlaşmamış uluslarla
yapılan belli kolları olağanüstü desteğe gerek gösterir. Afrika’nın batı
kıyısıyla ticaret yapan tacirlerin mallarına şöylesine bir mağazanın ya da
tüccar yazıhanesinin sağlayabileceği güven azdır. Barbar yerlilerden
korunabilmeleri için, bunların konulduğu yerin epeyce tahkim edilmiş olması
gerekir. (…) Ne savaş ne ittifak amaçlarının herhangi bir biçimde gerek
göstermeyeceği yabancı ülkelerde, ticaret çıkarları, elçiler bulundurulmasını
çoğu zaman gerekli kılmıştır. İstanbul’a bir büyükelçi atamasına ilkin, Türkiye
Ortaklığı ticareti sebep oldu. Rusya’daki ilk İngiliz büyükelçilikleri, sırf,
ticari çıkarlardan ötürü vücut buldu".
Bu paragraf, merkantilist dönemdeki olayları göstermektedir. İlk çokuluslu şirketlerin denizaşırı yatırımlarını korumak amacıyla daha fazla maliyete katlandıklarını görüyoruz. Ayrıca ilk büyükelçiliklerin de bu amaca yönelik, yani tüccarı koruma amaçlı olarak açıldığı sonucuna da ulaşabiliriz. Gelişmiş ülkelerin, daha fakir ülkelerde nasıl ve neden mallarını çok pahalıya sattıklarını da en azından o dönem için kısmen açıklamış oluyoruz.
Sayfa 818: “Bugün Büyük Britanya’da, dış ticaret için
var olan yasal ortaklık, eski uzak ülkeler tacirlerinin ortaklığı olup, şimdi
genellikle Hamburg Ortaklığı, Rusya Ortaklığı, Doğueli Ortaklığı, Türkiye Ortaklığı
ve Afrika Ortaklığı adını taşımaktadır”
Büyük Britanya şirketleri, çeşitli ülkeler ile yaptıkları ticarette, Osmanlı'daki lonca benzeri kuruluşları tekel haline getirmişlerdir ve bu şirketlere imtiyazlar vermişlerdir. Bu şirketlerin en ünlüsü de herkesin bildiği Doğu Hindistan Şirketi'dir. Bu şirketlere imtiyazlar verilmesinin sebebi ise, devlet politikasının bir aracı olmaları ve dolayısıyla devletin amacına hizmet etmeleridir.
Sayfa 819: “Türkiye Ortaklığı’na giriş aidatı eskiden,
yaşı yirmi altıdan aşağı olan herkes için yirmi beş lira, o yaşı geçmiş olan
herkes için elli lira idi. Tacirlerden başkası oraya giremiyordu; bu, bütün dükkancılarla
perakendecileri ortaklık dışı bırakan bir kayıttı. Bir tüzük maddesi gereğince,
İngiliz mamulleri, fark gözetilmeksizin herkesin yararlanmasına açık bulunan
ortaklık gemilerinden başkasıyla Türkiye’ye ihraç edilemiyordu. Bu gemiler her
zaman Londra Limanı’ndan yola çıktıkları bu kısıtlama, ticari, masrafı ağır
olan o limanla ve yalnızca Londra’da ve dolayında oturan tacirlerle
sınırlandırıldı. Bir başka tüzük maddesi gereğince, Londra’nın yirmi millik
çevresi içinde oturup da Londra’nın gedikli hemşerisi olmayan kimse, üyeliğe
kabul edilemiyordu. Bu bir başka kısıtlama ki, yukarıdakine eklenince, Londra’nın
gedikli ahalisinden başkasını ister istemez ortaklık dışı bırakıyordu”
Bu paragraf, önceleri rekabetten koruyarak kaynak israfının önüne geçilmesini amaçlayan kurallar olduğunu bize gösteriyor. Türkiye ile yapılan ticaret, Türk Ortaklığı isimli kooperatif benzeri bir yapı tarafından yürütülüyor ve isteyen herkes bu ortaklığa dahil olamıyor. Bu uygulama, merkantilist dönemin sonlarında gerçekleşmektedir ve ithalatın kısıtlanmasını kolaylaştırmaktadır.
Bu paragraf, önceleri rekabetten koruyarak kaynak israfının önüne geçilmesini amaçlayan kurallar olduğunu bize gösteriyor. Türkiye ile yapılan ticaret, Türk Ortaklığı isimli kooperatif benzeri bir yapı tarafından yürütülüyor ve isteyen herkes bu ortaklığa dahil olamıyor. Bu uygulama, merkantilist dönemin sonlarında gerçekleşmektedir ve ithalatın kısıtlanmasını kolaylaştırmaktadır.
Sayfa 821: “Türkiye ticareti, bu parlamento kararıyla
herkese bir dereceye dek açılmış olmakla birlikte, birçok kimseler onu hala
büsbütün serbest olmaktan pek uzak görmektedirler. Bir büyükelçi ve iki üç
konsolos bulundurma masrafına Türkiye Ortaklığı katılmaktadır. Devletin öbür
elçileri gibi, bunların da bütün masrafı devletçe sağlanmak ve o ticaret
Haşmetli Kral’ın bütün uyruklarına açık tutulmak gerekir. Ortaklıkça, tüzel
kişiliğin bu ve öteki amaçları için toplanan çeşitli vergiler, devletin bu gibi
elçiler bulundurmasını mümkün kılmaya yetecek bir gelirden çok daha fazlasını
getirebilir”
Bu paragraf ise, ekonomide serbestleşmenin yavaş yavaş başladığını gösteriyor. O kadar ki, ticari işler sebebiyle İstanbul'da bulundurulması gereken diplomatların maaş ve iaşesine Türkiye Ortaklığı da katılıyor. Günümüzdeki kamusal mal anlayışından biraz uzak olmasına rağmen, aslında bugün bile benzer uygulamaların olduğunu görüyoruz. Uzak ve resmi diplomatik ilişkilerimizin olmadığı küçük ülkelerde, o ülkeyle ticaret yapan bir iş adamımız gerekli izinler ile fahri başkonsolos olarak görev yapmaktadır.
Bu paragraf ise, ekonomide serbestleşmenin yavaş yavaş başladığını gösteriyor. O kadar ki, ticari işler sebebiyle İstanbul'da bulundurulması gereken diplomatların maaş ve iaşesine Türkiye Ortaklığı da katılıyor. Günümüzdeki kamusal mal anlayışından biraz uzak olmasına rağmen, aslında bugün bile benzer uygulamaların olduğunu görüyoruz. Uzak ve resmi diplomatik ilişkilerimizin olmadığı küçük ülkelerde, o ülkeyle ticaret yapan bir iş adamımız gerekli izinler ile fahri başkonsolos olarak görev yapmaktadır.